SEMT ADLARIMIZ
# SEMT ADLARIMIZ
İyi geceler sevgili dinleyiciler. Bu geceki programımızda ülkemizdeki bazı semt adlarımızın nerden geldiğine, kökeninin ne olduğuna, bu adlar ile ilgili hangi rivayetlerin dile getirildiğine değineceğiz.
Cebeci, Çankaya ilçesindeki bir semtin adı. Osmanlı ordusunda Kapıkulu asker ocaklarından birinin adıdır. Bu ocaktaki askerlere de cebeci denilirdi. Yaya asker ocağı olan cebecilerin görevi ordunun top dışındaki silahlarının bakımı, onarımı, üretimi, saklanması idi. Toplarla ilgilenen ocak ise Topçu Ocağı diye adlandırılırdı. Cebeciler, sefer haberini aldıklarında zırh, kılıç, ok, yay, mızrak, kalkan, tüfek, barut, fitil gibi savaş aletleri ile merdiven, ip, kazma, kürek gibi yardımcı aletleriyle birlikte orduya katılıp cepheye götürmek ve bir düzen içerisinde askerlere dağıtmakla yükümlü idiler. Cebeci ocağının komutanı Cebecibaşı Ağa rütbesindeydi.
Sınır boylarındaki kalelerde olduğu gibi şehirlerde ve kasabalardaki iç kalelerde kalenin büyüklüğüne göre Cebecibaşı rütbesi altında birkaç da Cebeci bulunurdu. İşte Ankara’nın bugünkü Cebeci semtinde de bu görevi yerine getiren askerler bulunuyordu. Sonradan askerî Dikimevi’de bu bölgeye yapıldı.
Gelelim sözcüğün kökenine… Cebe sözü Türkçeye Moğolcadan geçmiştir. Moğolcadaki anlamı “temren, ok başı, mızrak ucu; silah”tır. Bu anlam, cebeci sözünü çok güzel bir biçimde açıklıyor. Ancak cebe sözünün Türkçede tek başına anlamı ise “zırh”tır. Üzeri pul pul metal parçalarıyla veya küçük halkalarla kaplı zırh… Hatta aynı anlamdaki Farsça sözcük cevşen ile birlikte ikilemeli olarak eski metinlerde cebe ve cevşen diye sıkça geçer.
Bu sözü yalnızca Cebeci semt adında kullanmıyoruz… Bugün “ateşli silahlarla atılmak için hazırlanan her türlü patlayıcı madde, mühimmat” anlamındaki cephane sözü de cebe+hane’den çıkmıştır. Cephanenin bulunduğu yer de cephanelik diye adlandırılır. Ancak hemen belirteyim ses benzerliği olan cephe sözünün cebe ile cephane ile ilgisi yok… Arapçadan Türkçeye geçen cephe sözü “bir şeyin veya yapının ön tarafta bulunan bölümü” anlamındadır. Tabii askerlik terimi olarak da Türkçede “üzerinde savaşın sürdüğü bölge” anlamında kullanılıyor.
Cebeci adı elbette yalnızca Ankara’da bir semt adı değil… Kars’ta, Bartın’da, İzmit’te ve daha birkaç yerde semt veya bölge adı olarak kullanılıyor. Ancak en ilgi çekici olanıyla bitirelim cebeci sözü ile ilgili bilgileri… İstanbul’da Cibali semti var ki Cebe Ali adından gelmektedir. Fatih Sultan Mehmed’in komutanlarından birinin adıdır. Tahminlere göre de o dönemde kurulmuş olan Cebeciler Ocağı’nın ilk ağasıdır… Cebe Ali adı halk ağzında zamanla Cibali’ye dönüşmüştür.
Balgat, Çankaya ilçesindeki semtin adı. Halk yakıştırması veya halk etimolojisi dediğimiz bir yakıştırma var bu adla ilgili… Ankara’nın Millî Mücadele’nin başkenti ilan edildiği günlerde Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın yolu o zamanlar şehrin dışında kalan Balgat köyüne düşer. Konuk olduğu evde çay ikram ederler ancak şeker yoktur. Gazi Mustafa Kemal Paşa “Şeker yok mu?” diye sorunca oradakiler de Ankara ağzıyla “Şeker yok emme bal var, ‘bal gat’ Paşam, ‘bal gat’…” derler. Bunun üzerine Atatürk bölgenin ismini 'Balgat' koyar… Böyle bir halk yakıştırması Mamak’a bağlı Saimekadın Mahallesi için de üretilmiştir. Burada bulunan bir kadından mal alan kişi, karşılığını getirip vermiş. Kadın da eline tutuşturulan bir tomar parayı saymaya başlayınca parayı veren eksiksiz olarak ödemede bulunduğunu anlatmak üzere, “Sayma kadın, sayma kadın!” diye uyarmış. Böylece ‘sayma’ sözü zamanla Saime adına dönüşmüş bölgenin ismi de böyle anılmaya başlanmış… Ancak Saimekadın semt adının Hacı Bayram Veli’nin soyundan gelen ve bölgede bahçeleri bulunan Saime Hatun’un bu semte adının verildiği, Ankara Savaşı’nda Osmanlı ordusuna yardımcı olan Saime Hatun’un adından gelmiş olabileceği düşünülmektedir…
Dönelim Balgat adına… Eski Türkçede şehir anlamındaki sözcük balık idi. Han Balık, Ordu Balık, Beş Balık, Yanı Balık gibi Uygur Kağanlığı dönemindeki Eski Türkçe şehir adlarında görüyoruz bu sözü… Bu sözcük Moğolcaya Türkçeden geçmiştir. Tarihî şehir Balgasun’un adının kökeninde de bu sözcük vardır. Moğolcada balgasu, balgas “il, şehir” anlamındadır. Çoğulu ise balgad’dır. Büyük bir olasılıkla bu ad Moğol istilası döneminde bir yerleşim birimi olması dolayısıyla bu bölgeye verilmiştir. Kısacası Balgat eski Türkçede şehir anlamındaki balık sözüne dayanıyor. Türkçeden Moğolcaya geçmiş oradan da çokluk biçimiyle dilimize bu kez de bir yer adı olarak girmiştir.
Esenboğa Çubuk ilçesine bağlı bir semtin adıdır. Pek çok kişinin sandığı gibi esmek ile boğa ile ilgisi yoktur bu adın... Timur’un komutanı olan İsenbuga’nın adından gelmektedir. Eski Moğolca isen, Türkçeden Moğolcaya geçmiş olan ‘sağlıklı’ anlamındaki esen sözümüz aslında… Bugün de Halha Moğolcasında esen, Kalmukçada esn biçimlerinde kullanılıyor. Buga’nın bizim bildiğimiz büyükbaş hayvanla ilgisi yok… Moğolcada buga ~ bugu “erkek geyik” anlamındadır.
Keçiören, Ankara’nın ilçesi. Buna benzer bir de Keçiborlu var, Isparta ilimizin ilçesi… Burada da akıllara hemen keçi geliyor. Üstelik bir de Ankara keçisi var, yaygın olarak bilinen... Kolayca bir bağlantı kurulabilir böylece… Ama Keçiören’in de Keçiborlu’nun da keçilerle hiç ilgisi yok. Buradaki keçi, Eski Türkçede kiçi biçiminde kullanılan ve “küçük” anlamına gelen bir sözümüz. Ören ise “eski çağlardan kalma yapı, kalıntı” anlamındadır. Kiçi sözünün kullanımı azalıp yerini bundan türeyen küçük sözüne bırakınca buradaki kiçi sözü de zamanla halk dilinde keçiye dönüşmüştür.Aslında sözcüğün küçük anlamında olduğunu en açık bir biçimde Keçiborlu’nun yakınında bir de Uluborlu ilçesinin olması çok güzel açıklıyor.
Taksim, İstanbul’un merkezi… Beyoğlu ilçesine bağlı. Arapça kökenli bir sözcük taksim… “Bölme, parçalara, kısımlara ayırma” anlamında. Kökü de zaten kısm… Zamanında İstanbul’un suyu, yüksek bir tepe olması dolayısıyla buradan şehre “taksim olunduğu” için semt bu adı almıştır. Yakın zamana kadar Sular İdaresi de buradaydı. Bugün bu bölüm Taksim Camii'nin hemen doğusunda kalmaktadır. Eskiden bu bölümdeki duvarın üzerinden sembolik olarak su da akıtılırdı.
Unkapanı, Fatih ilçesine bağlı bir semtin ve aynı zamanda bu semtte Haliç üzerindeki köprünün de adı… Un sözünü biliyoruz da kapan ne demek? Bir bildiğimiz kapan var ama girilmesi yasak olan yolların girişine konulan bıçaklardan oluşuyor, bir de zararlı hayvanları yakalamakta kullandığımız kapan var… Ama Unkapanı adında böyle bir kapanının yeri yok!...
Farsçada ve Arapçada kullanılan, Osmanlı Türkçesine de geçmiş bir başka sözcük var: Farsçada kappân, Arapçada kabbân biçiminde kullanılıyor… Anlamı ise “büyük kantar”… Çok ağır eşyayı tartmakta kullanılan tek kollu kantar…
Osmanlı döneminde burada büyük bir un kantarı varmış. Yakınlarında ise yağ kapanı… Birinde un tartılır diğerinde ise yağ tartılır imiş… Her ikisi de adlarını Unkapanı ve Yağkapanı olarak bulundukları semte vermişler… Örneğin Evliya Çelebi, Unkapanı semtinde doğduğundan söz ederken eserinde Yağkapanı’nı da tanıtır… Ancak zamanla kapanlar ortadan kalkınca Yağkapanı adı kullanılmaz olmuş ama Unkapanı semt adı kalmış…
Çatladıkapı İstanbul’da tarihi yarımadada Fatih ilçesine bağlı bir semtin adıdır. Kadırga limanı yakınlarındadır. Buradaki surların kapısı 1532’de meydana gelen büyük depremden sonra çatlamıştır. Ahırkapı, Kumkapı, Yenikapı gibi kale kapılarının adlandırıldığı bu bölgede Jüstinyen Sarayı’nın yıkıntılarının da bulunduğu kapı halk tarafından Çatladıkapı diye anılmaya başlanmıştır. Kapının bulunduğu semt de zamanla bu adı almıştır.
Mahfesığmaz Adana’nın Çukurova ilçesindeki bir semtin adıdır. Arapça bir sözcük olan mihaffe ~ mahfe develerin üzerine konulan eyer anlamındadır. Adana’nın kuzeyindeki bu bölge zamanında ağaçlarla, çalılıklarla kaplıymış. Bu çalılıklar o kadar sık imiş ki kervan buradan Adana’ya inerken develer geçer üzerlerindeki mahfeler geçmezmiş… Bu bölgeye deveciler mahfe sığmaz demişler, zamanla da öyle kalmış…
Değerli dinleyiciler, Semt adlarımız kültürümüzün ve tarihimizin de bir parçası... Hepsinin arkasında bir tarih yatıyor. Yaşadığımız semtin adının tarihini, kökenini araştırmak, öğrenmek için bulunduğumuz mekânları daha anlamlı kılacaktır. Böylece tarihsel dokuyla birlikte kültürel doku da gelecek kuşaklara armağan olarak kalacaktır.
Haftaya yeni bir konuyla huzurlarınızda olmak dileğiyle sağlıcakla kalın.
(Ankara Radyosu, TRT Radyo1 Gecenin İçinden. İlk yayımlanışı 11 Eylül 2012)
Ana sayfaya dönmek için tıklayınız: